
İslami Temel: Faiz Yasağı ve Alım-Satımın Helalliği
Kur’an-ı Kerim, faiz (riba) almayı kesin bir dille yasaklar ve buna karşılık meşru ticareti helal kılar. Bakara Suresi 275. ayette “…Onlar, ‘Alım satım da ancak faiz gibidir’ derler. Oysa Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır…” buyurularak, ticaret ile faizin aynı olmadığı vurgulanır . Dolayısıyla bir finansman yönteminin gerçek anlamda ticaret işlemi olması, faizli muameleye benzememesi şarttır. Zira İslam, faizi ne ad altında olursa olsun haram kılmış; ismini değiştirerek veya dolambaçlı işlemlerle faiz alıp vermeyi helal saymak mümkün değildir. Nitekim Hz. Peygamber de niyet ve meşru amacın önemine dikkat çekmiş, hileli yollara başvurarak haramın helal gösterilmesini şiddetle uyarmıştır. İslam hukukunda “hile-i şer’iyye” kavramı, şeklen kurallara uygun gibi görünen fakat gerçekte yasaklanmış sonucu elde etmeye yönelik düzenbazlıkları ifade eder . Meşru araçlar kullanılarak gayrimeşru sonuca ulaşma kastı ile yapılan hileler caiz görülmemiştir . Bu bağlamda, bankacılık işlemlerinin faiz yasağını dolanacak şekilde kurgulanması “Allah’ı kandırmak” olarak nitelenebilir; zira insanları aldatmak mümkün olsa da Allah niyetleri ve yapılan işin gerçekte ne olduğunu elbette bilmektedir.
Katılım Bankacılığında Murabaha: Teorik Model ve Uygulama
Katılım bankalarının ev/araç finansmanında kullandığı temel yöntem murabaha (vadeli satış) yöntemidir. Teorik olarak murabahada banka, müşteri tarafından seçilen malı (örneğin evi) peşin alıp mülkiyetine geçirir ve üzerine kâr koyarak vadeli olarak müşteriye satar. Bu süreçte banka alım-satımın tarafı olduğu için ticari risk alır, mal üzerinde mülkiyet sahibi olur ve sonra karlı bir satış yaparak kazanç elde eder. Bu, doğrudan faizli borç vermekten farklıdır: ortada malların alım satımı söz konusudur, faiz yerine malın peşin ve vadeli fiyat farkından doğan kâr vardır.
Uygulamada ise Türkiye’deki katılım bankaları, murabaha işlemlerinde bazı kolaylaştırıcı yöntemler kullanmaktadır. Örneğin konut finansmanında banka genellikle tapuyu kendi üzerine almıyor. Bunun yerine, alıcı (müşteri) ile satıcı arasında tapu devri doğrudan gerçekleşiyor; banka, müşteriye vekalet vererek evi doğrudan müşterinin üzerine aldırıyor, ardından kağıt üzerinde müşteriye vadeli olarak satmış gibi işleme devam ediyor . Bu sayede bankanın üzerine iki kez tapu alınıp devredilmemiş oluyor. Banka ve müşteri, evin peşin fiyatı (banka adına alınacak fiyat) ve vadeli satış fiyatını (müşterinin ödeyeceği) baştan mutabık kalıp sözleşme imzalıyor; bu sözleşme ile “aldım-sattım” akdi yapıldığı için şeklen banka evi almış sayılıyor, hemen ardından müşteriye vadeli satmış oluyor . Böylece banka, alır almaz satmak için satın aldığı bir evi kendi üstüne tapulama külfetinden kurtulmuş oluyor .
Katılım bankaları bu yöntemin Şer’an geçerli olduğunu savunmaktadır. Onlara göre İslam hukukunda satış akdinin geçerliliği için tarafların icab-kabul ile anlaşması yeterlidir; tapu kaydının kimin üzerine yapıldığı, faturanın kimin adına kesildiği mülkiyetin dinen kime ait olduğunu belirlemez . Nitekim klasik fıkıhta bir mal akitle satın alındığında, fatura veya tapu gibi belgelerin olmaması akdi geçersiz kılmaz . Katılım bankaları da vekalet yöntemiyle alım-satım akdini yapınca mal hükmen bankanın mülkü olup hemen müşteriye geçmektedir. Bu esnada tapu doğrudan müşteriye yapıldığı için de çifte tapu masrafı ve vergi ödenmemektedir. Banka sektörü, devletin de murabaha sırasında tapu veya faturanın banka adına olmasını şart koşmadığını belirterek, “devlet zorunlu tutmamışken bankanın ek masrafa girip önce kendi adına sonra müşteri adına tapu alması anlamsızdır” demektedir . Zira tapu, fatura vb. belgeleri banka adına alıp sonra devretmek ciddi ek maliyet doğuracaktır; maliyet artınca banka bunu kâr marjına yansıtır ve sonuçta müşteri daha pahalıya finansman kullanmak zorunda kalır . Bu uygulama, rekabet gereği ve müşterinin de menfaatine olduğu düşünüldüğünden sektör genelinde yaygın bir pratik haline gelmiştir .
Araştırma Bulguları ve Âlimlerin Görüşleri
Yapılan bazı araştırmalar ve ilmi değerlendirmeler, yukarıdaki uygulamanın eleştiriye açık yönleri olduğunu göstermektedir. Bir kısım İslam hukukçusuna göre, katılım bankalarının malı fiilen kabzetmemesi, faturayı veya tapuyu doğrudan müşterinin adına kestirmesi, onları geleneksel bankacılığa yaklaştırmaktadır . Banka, malın mülkiyetini anlık da olsa üzerine almadığında ve hiçbir piyasa riski üstlenmediğinde, gerçekte sadece finansör konumunda kalmaktadır. Bu nedenle modern murabaha eleştirisinde, bankanın böyle uzaktan durup “hak etmeden para kazandığı” yönünde itirazlar vardır . Klasik fıkıhta murabahada satıcı malı elinde bulundurur ve riskini alır; oysa modern uygulamada banka malı görmeden parayı yönlendirdiği için, kazancı faizden farksız hale geliyor mu? sorusu gündeme gelmektedir. Nitekim bazı alimler, malın fiilen kabz edilmesini (bankanın mülkü olarak almasını) katılım bankacılığını faizli bankadan ayıran en önemli unsur kabul ederken; diğer bazıları ise hükmi kabz (yani evrak üzerinde veya vekil aracılığıyla kabz) ile yetinilebileceğini savunmaktadır . Bu görüş ayrılığı, katılım bankacılığındaki murabaha işlemlerinin gerçek bir ticaret olup olmadığı konusunda ihtilaf doğurmaktadır.
Akademik çalışmalarda, Türkiye’deki katılım bankalarının uyguladığı murabahanın, şeklen fıkıh kurallarına uygun olsa da özünde faiz yasağını hile yoluyla bertaraf eden eski uygulamalara benzediği ileri sürülmüştür. Örneğin Osmanlılarda uygulanan “muamele-i şer’iyye” denilen işlemlerde de borç verirken faizden kaçınmak için kağıt üzerinde alım-satım yapılır, gerçekte ise faiz tahakkuk ettirilirdi. Bu yüzden murabaha terimi Osmanlı’nın son döneminde faizcilik ve tefecilik anlamında bile kullanılmıştır . Kimi çağdaş araştırmacılar, günümüz katılım bankalarının murabaha yöntemini bay’ al-ıyne (aynı malı peşin alıp vadeli geri satma) işlemine benzetmektedir . Bay’ al-ıyne doğrudan faizli borç vermeye kılıf oluşturan bir satış türüdür ve klasik mezheplerin çoğunluğu tarafından haram görülmüştür . Prof. Beşir Gözübenli gibi bazı ilim adamları, modern murabahanın klasik murabahadan tamamen farklılaştığını ve adeta çeşitli “hile-i şer’iyye” türlerinin genel adı haline geldiğini belirtmiştir . Bu bakış açısına göre katılım bankaları aslında “kitabına uydurarak” faiz alıp veriyor olma riski taşımaktadır. Nitekim 2016 yılında dönemin Cumhurbaşkanı da katılım bankalarının kâr oranları konvansiyonel bankaların faiz oranlarına eşitlendiğinde “buna hile-i şer’iyye denir, bu iş olmaz” diyerek uyarıda bulunmuştur . Örneğin o dönem bir katılım bankasının taşıt finansmanı kâr oranı %1,29 iken, aynı bankanın normal kredi faiz oranı %1,30 idi – neredeyse bire bir aynıdır . Bu tür örnekler, oranlar ve neticeler aynıysa işlemin adı değişse bile mahiyetinin faiz olduğunu düşünen eleştirileri desteklemektedir.
Diğer taraftan, katılım bankalarının fetva kurulları ve Diyanet gibi otoriteler, işlemlerin mevcut fıkıh kurallarına uygun olduğu kanaatindedir. Katılım bankalarında alınan kar payının, gerçekten ticarete ve yatırıma dayalı olması şartıyla helal olduğu ifade edilmiştir (yani faizden prensip olarak farklı olduğu vurgulanır) . Nitekim katılım bankaları bünyesinde ilahiyatçı ve fıkıhçılardan oluşan danışma kurulları bulunmakta ve ürünlerini bu kurulların onayladığı fetvalara dayandırmaktadırlar . Bu kurullar, vekalet yoluyla alım-satımın geçerli bir akit olduğunu, işlemin kağıt üzerinde de olsa satış akdi niteliği taşıdığını belirtirler. Yukarıda değindiğimiz TKBB’nin sektör rehberinde de, her ne kadar tapu banka üzerine alınmasa da “parası ödenerek geçerli bir akitle satın alınınca mal bankanın hükmi mülkiyetine girer, sonra müşteriye geçer” denilerek işlemin dini açıdan meşruiyeti savunulmaktadır . Son tahlilde, “caiz midir değil midir” sorusu ulemâ arasındaki içtihad farklılığına dayanmaktadır: Bir kısım, şeklen doğru yapılmış murabaha akdini caiz görürken; diğer kısım, niyet ve sonucu esas alarak bankanın risk üstlenmediği, işlemin faizle aynı kapıya çıktığı durumlarda caiz olmayacağını vurgular.
“Evimi Bankaya Satıp Geri Aldım” Örneğinin Değerlendirilmesi
Soruda verilen ikinci senaryo, yani kişinin kendi evini bankaya satıp aynı evi vadeli olarak daha yüksek bedelle geri alması, klasik fıkıhta kesin olarak yasaklanan ‘ıyne (malı geri alma şartıyla satma) işlemi kapsamında değerlendirilir. Bu işlemde bir mal peşin fiyatla alınıp aynı tarafa daha yüksek bedelle vadeli satılır ve neticede ilk satış peşin kredi, ikinci satış faizli geri ödeme gibidir . Böyle aldatmalı satışlar Hz. Peygamber zamanından beri yasaklanmıştır. Dolayısıyla bankanın müşteriyle 10 dakika içinde sadece kağıt üzerinde evi alıp geri satması, gerçek bir ticaret sayılmaz. Ne tapu devri yapılmış ne de banka eve dair bir risk veya mülkiyet üstlenmiştir. Sadece müşteriye nakit verilip, fazlasıyla geri ödenmesi kararlaştırılmıştır ki bu açıkça faizli borç muamelesidir. İslam Fıkıh Akademileri ve AAOIFI standartları da ‘ıyne tarzı işlemleri caiz görmezken, teverruk (bir malı kredili alıp üçüncü bir tarafa peşin satarak nakde dönme) yöntemini ihtiyaç halinde şartlı olarak müsamaha etmişlerdir . Nitekim Diyanet fetva kurulunun kararı da, teverruk uygulamasının ancak çaresiz kalındığında, zaruret hâlinde kullanılabilecek bir yöntem olduğunu, bunun dışında bankaların rutin bir ürününe dönüşmemesi gerektiğini belirtmiştir . Sonuç olarak, aynı malı bankaya satıp geri almak şeklindeki işlemler, şeklen iki satış akdi olsa bile, araya üçüncü bir alıcı girmediği ve mal yine aynı kişide kaldığı için doğrudan doğruya faiz hükmündedir. Bu nedenle bu yolla finansman sağlamanın dinen meşru olmadığı, iki araştırmanın da ortak vardığı sonuçtur denilebilir.
10 Milyon TL’lik Konut Örneği: Reel Maliyet ve Vergiler
Verilen senaryo üzerinden reel bir hesaplama yapalım: İstanbul’da 10 milyon TL tutarında bir bireysel konut için 12 ay vadeli finansman gerektiğini düşünelim. Geleneksel bir konut kredisinde banka %X faiz oranıyla (örneğin aylık %3 civarı, yıllık bileşik %40+ seviyelerinde) kredi verse, 12 ay sonunda toplam geri ödeme yaklaşık 12 milyon TL (anapara + ~2 milyon TL faiz) olacaktır. Katılım bankası da benzer ekonomik koşullarda müşteriye 10 milyon TL verip, murabaha ile 12 ay vadeli satış yaptığında kâr payı oranları piyasa faizine yakın oluşmaktadır. Örneğin aylık %3 kâr oranıyla çalışan bir katılım bankasında müşteri 10 milyon TL’ye aldığı evi 12 ayda taksitlerle geri ödediğinde toplam yaklaşık 12 milyon TL (anapara + ~2 milyon TL kâr payı) ödeyecektir. Görüldüğü gibi, nihai geri ödeme tutarı faizli krediyle neredeyse aynıdır (sadece ismen kâr payı denmektedir) .
Ancak katılım bankasının bu finansmanı İslami açıdan meşru kılmak için yapması gereken ideal işlem, evi önce satıcıdan kendi adına 10 milyon TL’ye alıp sonra müşterisine diyelim 12 milyon TL’ye satmaktır. Eğer bu işlem tam olarak böyle yapılsaydı, iki kez tapu devri gerekir ve bunun ciddi bir maliyeti olurdu. Türkiye’de tapu harcı alım satım bedelinin %4’ü olup genellikle alıcı ve satıcı tarafından %2 + %2 paylaştırılır. Banka evin ilk alımında 10 milyon TL üzerinden tapu harcı ödeyecek (~400 bin TL), hemen ardından 12 milyon TL’den müşterisine satarken bir tapu harcı daha doğacaktır (~480 bin TL). Sadece tapu harçlarından toplam ~880 bin TL ek maliyet çıkar. Ayrıca her tapu devrinde döner sermaye, tapu dökümleri vb. küçük masraflar da eklenecektir. Bu yaklaşık 900 bin TL’ye varan ekstra yük, neticede finansman maliyetini de yükseltir. Muhtemelen banka bu masrafı fiyatına yansıtacak, müşteriye evi 12,88 milyon TL’ye satacaktır ki 12 ay sonunda ödeyeceği toplam tutar kâr payıyla birlikte belki ~13,8 milyon TL’ye ulaşabilir. Görüldüğü üzere, işlemi tam şer’î kurallara uygun yürütmenin maddi bedeli çok yüksektir. Katılım bankaları, rekabet gereği ve müşterinin de bu yükü kaldıramayacağı düşüncesiyle, alternatif bir yol olarak tapuyu tek seferde müşteriye devrettirmekte ve çifte vergi yükünden kaçınmaktadır . Bu sayede yukarıdaki örnekte neredeyse 900 bin TL tasarruf sağlanmakta; müşteri de evi için yaklaşık 12 milyon TL toplam geri ödemeyle finansmanını kapatmaktadır (ki bu tutar bile müşteri açısından zaten oldukça büyük bir borçtur).
Finansal açıdan bakıldığında, katılım bankasının yaptığı bu düzenleme müşteriye daha ucuza mal olduğu için anlaşılabilir görülmektedir. Ne de olsa fazla vergi maliyeti eklenmemiş, müşteri de piyasadaki diğer faizli kredi oranlarına yakın bir oranla borçlanmıştır. Ancak İslami açıdan asıl sorun, bankanın gerçekte evi hiç üstüne almadan sadece parayı verip kârıyla geri almasıdır. Banka tapuyu üzerine almadığı gibi, evi bir an olsun stokunda tutmamış; dolayısıyla alım-satım riskini fiilen hiç üstlenmemiştir. Bu haliyle işlem, faizsiz bankacılığın ruhuna uygun mu, yoksa kağıt üzerinde “alış-satış” denilerek faize kılıf mı geçirilmiş? sorusunu akla getirmektedir. Bazı araştırmacılar, eğer sistem gereği tapu devri yapılmayacaksa, bankanın en azından malın satıcıdan kendi adına faturasını alması, malı teslim almadan satmaması gibi şartların daha titizlikle uygulanmasını önermektedir . Aksi halde murabaha, “alışveriş” adı altında fakat sabit getirili borç verme işlemi olarak kalacaktır.
Sonuç: Caizliğin Değerlendirmesi
Yukarıdaki tahliller ışığında – iki ayrı araştırma sonucu ve Kur’an hükümlerine dayanarak – şunu söyleyebiliriz: Eğer bir finansman işlemi özünde faizli muamelenin kılıf değiştirmiş hali ise, İslam’a göre caiz değildir. Kur’an’ın faiz yasağı, onun başka isim ve yöntemlerle alınmasını da kapsamına alır. Katılım bankacılığının amacı faizden uzak durmak ve ticarete dayalı, adil bir finansman alternatifi sunmak olmalıdır. Bunu sağlamak için bankaların işlemlerinde şeklen olduğu kadar manen de faizden ayrışması gerekir.
Günümüz uygulamasında katılım bankaları, ideal modele ulaşmada bazı ödünler vermektedirler. Sağlam fetva dayanaklarıyla hareket ettiklerini belirtip işlemleri caiz görenler olsa da, eleştirel araştırmalar gösteriyor ki bazı uygulamalar dini hükümleri “kitabına uydurma” izlenimi verebilmektedir . Özellikle bankanın hiç risk almadan sadece kredi sağlayıcı gibi davranması, akdin şeklen satış olsa bile kazancın faiz mahiyetine çok yaklaşmasına yol açmaktadır. Verdiğimiz 10 milyon TL’lik örnekte de görüldüğü gibi, nihai finansman maliyeti ve yapısı konvansiyonel faizli krediyle hemen hemen aynıdır; tek fark kullanılan sözleşme türüdür.
Sonuç olarak, katılım bankalarının işlemleri caiz midir? Ehil alimlerin fetvaları çerçevesinde şeklen caizdir diyenler olduğu gibi, özde faiz olduğu için caiz değildir diyenler de mevcuttur. Eğer banka işlemi tüm fıkhî şartlara riayet ederek yapar (malın mülkiyetini üstlenip sonra satarsa), elbette ki bu meşru bir ticaret olur ve kârı helaldir. Fakat gerçekte böyle yapmayıp, “iki defa masraf olmasın” diyerek işlemi kolaylaştırırken faiz yasağının ruhunu zedeliyorsa, bu durumda Allah’ın emrine karşı hile yapmış olma tehlikesi ortaya çıkar. Kur’an’da bu konuda uyarı çok nettir: “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve eğer gerçekten inanıyorsanız faizden arta kalanı bırakın. Eğer (faizcilikten) vazgeçmezseniz, Allah’a ve Resulüne karşı savaş açıldığını bilin…” (Bakara 2:278-279). Faizden kaçınmak, sadece isim değişikliğiyle değil, işlemin özünü de faizden arındırmakla mümkün olacaktır.
Özetle: Katılım bankalarının kullandığı yöntemler dinen tartışmalıdır. İlgili iki araştırma sonucuna göre, eğer işlemler sözde alım-satım olarak yapılıp özünde faiz alınmış oluyorsa bu caiz olmaz. Ancak bankalar, gerekli asgari fıkhî şartları sağladıklarını ve faizli bankalardan farklı olduklarını iddia etmektedirler. Müslüman bir kimse için önemli olan, niyetinin Allah katında halis olması ve yaptığı muamelenin helal çizgide kaldığına vicdanen kanaat etmesidir. Şüphe varsa, alternatif yollar (daha gerçek ortaklık veya alış-veriş esaslı finansman modelleri) tercih etmek en selametlisidir.