Fatih Arslan | Geliyoo & Xtremcoin & HepcyFatih Arslan | Geliyoo & Xtremcoin & Hepcy

Fatih Arslan

  • Hakkımda
  • Projeler
  • Sertifikalar
  • Blog
  • CreaTwins
  • Geliyoo
  • İletişim
  • Bir selam ver!

    slm@fatharsln.com
Fatih Arslan | Geliyoo & Xtremcoin & Hepcy

Demokrasi: Dünyanın Başına Sarılmış En Büyük Yalan

  • Home
  • Normalleştirilenler
  • Demokrasi: Dünyanın Başına Sarılmış En Büyük Yalan
  • Fatih Arslan
  • 15 Haziran 2025

Bugün size kolay tüketilemeyecek, midelere oturacak, beyinleri karıncalandıracak bir gerçeği anlatacağım. Hazırsanız başlayalım.

Dünyanın en büyük ve en organize yalanının adı “demokrasi”dir. Evet, yanlış duymadınız. Demokrasi… Hani o dillerden düşmeyen, her yerde parlatılan, adına savaşlar çıkarılan, ambargolar konulan, sokaklara dökülüp uğruna can verilen o “kutsal kavram.” Oysa perdeyi araladığınızda karşınıza çıkan şey, çok daha karanlık, çok daha sinsi bir düzen.

Bu sistemin temel vaadi basit ve kulağa hoş geliyor: Halk kendi kendini yönetsin. Oyunu versin, temsilcisini seçsin, söz hakkına sahip olsun. Kulağa ne kadar adil geliyor değil mi? Ama gerçek bu kadar steril değil.

Demokrasi, halklara seçme ve seçilme umudu pazarlayarak onları yönettikleri yanılgısına düşüren bir sistemdir. Oysa bu düzenin iplerini elinde tutanlar, halkı değil; halkın üzerine kurdukları psikolojik inşa sayesinde onların zihnini, algısını ve iradesini yönetirler. Demokrasi, sahnede size özgürlüğü oynatır, perde arkasında ise dünyayı yönetme cesareti olan küçük bir elit zümrenin sistemli oyunu döner.

Çok Başlılık: Karar Alamayan, Sürekli Tartışan, İlerleyemeyen Yönetim

Demokrasinin merkezindeki bir başka kavram: çok başlılık. Parlamento, komisyonlar, danışma kurulları, liderler, lider yardımcısı, muhalefet, koalisyon… Her kafadan bir ses. Her masada ayrı gündem. Her gün değişen siyasi rüzgârlar.

Böyle bir yapının içinde hangi devlet rotasını düzgün çizebilir? Hangi ülke uzun vadeli kalkınma planları yapabilir?

Devlet yönetimi gemi kullanmak gibidir. Kaptan net olacak. Direksiyon bir elde olacak. Haritaya bir kişi bakacak, rotayı bir kişi belirleyecek. Ama demokraside öyle mi? Herkes elini direksiyona atıyor. Sonuç: ya gemi kıyıya çarpıyor ya da hiç kalkamıyor.

Bugün yaşadığımız politik kargaşaların, ekonomik kırılganlıkların, diplomatik tutarsızlıkların altında bu çok başlı yapının istikrarsızlığı yatıyor. Demokrasilerde kararlar net değil; tepkiler geç, adımlar cılız, hedefler belirsiz. Çünkü “herkesi memnun etme” hastalığı var. Oysa devlet yönetimi bir şov değildir. Cesaret ister, vizyon ister, istikrar ister.

Tek Başlılık: Net Karar, Kararlı Devlet

Tarihteki büyük devletlere bakalım. Roma… Bizans… Osmanlı… Çin hanedanları… Persler… Hepsinin ortak noktası neydi? Tek bir merkezden yönetilmeleri.

Bakın Osmanlı’ya… 600 yıldan fazla hüküm sürdü. Yeri geldi üç kıtaya aynı anda söz geçirdi. Bu başarı, çok başlılıkla mümkün müydü? Değildi. Çünkü Osmanlı’yı yönetenler çocuk yaşta devlet adamı olarak yetiştirilirdi. Şehzadeler sancaklara gönderilir, halkla tanışır, yönetmeyi yerinde öğrenirdi. Daha padişah olmadan ordu komuta eder, kriz yönetirdi. Kiminle savaşa girilir, kiminle barış yapılır; bunları kendi gözleriyle görerek öğrenirdi.

Bir padişah tahta çıktığında, sadece hanedan soyundan geldiği için değil; aynı zamanda bu işin eğitimini ve pratiğini aldığı için devletin başına geçerdi. Bu sistem istikrar üretirdi. Karar net olurdu. Söz emir olurdu. Devlet rotadan sapmazdı.

Demokraside Liderlik: Parayla Alınan Bir Koltuk

Şimdi dönelim demokrasiye. Bugün herhangi bir ülkede lider olmak için ne gerekiyor? Devlet yönetimi tecrübesi mi? Uluslararası ilişkiler bilgisi mi? Kriz yönetimi yeteneği mi?

Hayır. En çok ne gerekiyor biliyor musunuz? Para.

Bol bol para. Reklam kampanyaları için, sosyal medya algoritmaları için, anket şirketleri için, miting organizasyonları için. Ve tabii bir de popülerlik. İyi bir PR şirketin varsa, birkaç etkili sloganla, biraz imaj çalışmasıyla, parayla kitlelerin duygularını yönetebilirsin.

Böylece halk sandığa gider, televizyonlarda gördüğü o sempatik adaya oyunu basar.

Ama iş başa gelince ne olur? O koltukta oturan kişi ne diplomasi bilir, ne kamu yönetimi. Devletin sırlarını bilmiyordur. Kriz yönetemez. Kimi zaman acemiliğiyle, kimi zaman güç sarhoşluğuyla kararlar alır; sonucu ise halk öder.

Seçimle gelen ama seçilme dışında hiçbir vasfı olmayan liderlerin dönemi bu. Demokrasi, devlet adamı değil, medya adamı yetiştiriyor.

Halk Gerçekten Mutlu mu? Yoksa Mutlu Olduğunu mu Sanıyor?

Demokrasinin en büyük illüzyonu şudur: İnsanlara “oy verdin, yönetime katıldın” hissi vererek onları sistemin ortağı gibi hissettirir. Oysa o oy, sadece birkaç yılda bir kullanılır; ve çoğu zaman gerçek kararları verenlerin kim olduğunu bilmeden.

Bankaları, lobileri, büyük medya kuruluşlarını, sermaye çevrelerini seçemezsin. Ama asıl yönetenler onlardır.

Demokrasi, “mutluluk” değil, “oyalama” vaat eder. İnsanlara, iradelerini kullandıklarını düşündürerek onları sistemin gönüllü bekçilerine çevirir. Sadece yönetime değil, oy verdikleri lidere âşık hale getirir.

Oysa Osmanlı’da, Bizans’ta halk yönetime doğrudan katılmazdı belki, ama bilirlerdi ki başta bir devlet aklı var. O lider, bu iş için yetişmiş biri. Kendi geleceğini onun vizyonuna emanet edebilirdi.

Ve evet, o dönemlerin sıradan insanı için mutluluk, bugünkü gibi idealist bir şey değil; güvenli bir hayat, adaletli bir düzen, huzurlu bir geçimdi. Bugünkü gibi seçim vaadi dinleyip kandırılmak değil.

Kısaca:

Demokrasi, dünyanın en zeki paketlenmiş ürünüdür. Herkese satılabilir. En parlak kutuda, en yüksek vitrine konur. İçinden çıkan ise çoğu zaman boş bir kutudur.

Tarih bize gösterdi ki, devlet yönetiminde başarı; net kararlar, uzun vadeli vizyon ve ehil eller gerektirir. Tek başlılık bunu sağlar. Demokrasi ise bol tartışmalı, sık krizli ve derin kaoslu bir düzen getirir.

Demokrasi, görünürde halkın yönetimi; ama gerçekte, halkın yönettiğini sanmasıdır.

Ve belki de en acı olanı şu:

Kendini yönettiğini sanan halk, aslında çoktan yönetilmiş bir halktır.

⸻

Antik Filozoflar Ne Dedi? Platon ve Aristoteles’ten Sert Uyarılar

Bu söylediklerim size radikal mi geliyor? O halde size 2.400 yıl öncesinden seslenen iki bilgeye kulak verin: Platon ve Aristoteles. Evet, antik Yunan’ın düşünce devleri bile bu sistemin tehlikelerini o zaman fark etmişti.

Platon, demokrasiye pek de toz kondurmayan birisi değildi. Aksine, “Devlet” (Politeia) adlı eserinde demokrasiyi adeta yerden yere vurur. Ona göre demokrasi, aşırı özgürlük ortamında, çoğunluğun bilgisizce ve keyfî biçimde hükmetmesidir. Bu durum, düzen değil; düzensizlik doğurur. Platon şöyle der:

“Zorbalık doğası gereği demokrasiden doğar; en ağır tiranlık ve kölelik de aşırı özgürlükten çıkar.”

Yani demokrasi bir basamaktır; ama yukarı değil, aşağıya. Kalabalığın hükmüyle işler rayından çıkar. Herkes her şeyi ister. Herkes her konuda fikrinin değerli olduğunu sanır. Sonunda toplum öyle bir noktaya gelir ki, artık düzenin adı bile kalmaz. Ve insanlar, bu başıbozukluk içinde bir düzene, bir lidere, bir tirana sığınmak ister. Bu yüzden Platon’a göre demokrasinin sonu çoğunlukla despotizmdir.

Bir düşünün: Bugünün dünyasında özgürlük adına herkes konuşuyor, herkes yön veriyor, herkes her şeyi biliyor (!) Ama sonuç? Ortada bir yön yok. Herkesin konuştuğu yerde, hiç kimse dinlenmiyor.

Platon’un ardından sözü Aristoteles alıyor. O da demokrasiye pek güvenmiyor. Ona göre yönetim biçimleri, kimin yönettiğine göre değil, nasıl yönettiğine göre sınıflandırılmalı. “Monarşi, aristokrasi ve polity” (yani iyi niyetli halk yönetimi) şeklinde bir hiyerarşi kurar. Ama bunların bozulmuş halleri nelerdir?

• Monarşi yozlaşırsa: Tiranlık

• Aristokrasi yozlaşırsa: Oligarşi

• Polity yozlaşırsa: Ochlokrasi – yani halk despotizmi, kalabalığın akılsız baskısı.

Aristoteles’in korkusu şuydu: Eğer bir toplumda bilgelik değil, sırf çoğunluk ne isterse o yapılıyorsa, orada kanun değil, kargaşa hâkim olur. Bu durumda devletin yönü değil, rüzgârı olur. Halk bir gün öyle ister, ertesi gün böyle. Siyaset, halkın ruh haline göre şekil alır. İstikrar? Hüküm? Rehberlik? Hepsi kaybolur.

Hem Platon’un hem Aristoteles’in söylediği şudur: Devleti yönetecek kişi bilge olmalı, erdemli olmalı, hazırlanmış olmalı. Bir halkın oyuyla değil; bir halkın kaderini taşıyabilecek bir donanımla o makama çıkmalı. Çünkü cehaletin oy çokluğu, adaleti getirmez; sadece bağıranı iktidara taşır.

Bundan 2.400 yıl önce bile, insanlık bunu görmüştü. Bugün görmememiz için hiçbir mazeretimiz yok.

Share:

Previus Post
Katılım Bankacılığı:
Next Post
Kâğıt Üstünde

Leave a comment

Cancel reply

Copyright 2024 Fatih Arslan All Rights Reserved. Geliyoo | WhatsApp: 0553 656 49 66 | Designed by CreaTwins.